Ruh ile ceset tabiat olarak, yani fıtraten bir birine zıt varlıklardır. Ruh nurani ve latif bir varlıktır. Ceset ise maddi ve kesif bir varlıktır. Ruh zaman ve mekan kaydından mücerrettir. Ceset ise zaman ve mekan ile mukayyettir. Ruh bir anda binlerce işi tedbir ve tedvin edecek bir haysiyettedir ceset ise aynı anda iki işi yapamaz. Ruh hafif ve kayıtsızdır ceset ise hantal ve sakildir. Ruh inbisat ve tekemmül ettikçe ceset incelir, ruha karşı direncini yitirir. Onun gibi latif ve nurani olmaya başlar. Ceset kalınlaşır ve hükmünü icra ederse, yani madde ve maddi kayıtlar inkişaf edip kesafet galip olursa, o zaman da ruh asliyetini kaybeder ve sakil bir hale dönüşür. Onun için ruh ile ceset iki mübayin rakiptir. Bir insanda bu rekabeti ruh kazanırsa, yani ruh inkişaf edip hükmünü icra ederse, ceset te nuranileşir ve hatta ruh gibi hiffet bulur. Onun için Peygamberimiz miraca ruhu ile beraber, mübarek cesedi ile çıkmıştır. Onun mübarek cesedi de aynı ruh gibi letafet ve nuraniyet kazanmıştır. Bu yüzden her bir azası ile hem görür, hem de işitirdi. Bu mertebe her insana açıktır ama herkes o mertebelere ulaşamıyor.
Ruhun cesede galip olması, ancak kuvvetli ve tahkiki bir iman neticesindeki riyazet ile mümkündür. Buradaki riyazet, tarikattaki riyazet anlamında değildir. İnsan maddi hayatını Kuran ve sünnet çerçevesine yerleştirirse ve sünnetin prensipleri ile cesedi terbiye ederse, o zaman ruh inbisat ve tekemmül eder. Maddi ceset de incelip nuranileşir. Mesela sünnet ölçülerinde yiyip içmek, konuşmak, uyumak, malayani iş ve davranışlardan uzak durmak, güzel ahlaklı olmak, insanlara karşı mürüvvet sahibi olmak gibi haller insanı olgunlaştırır. Tabi bunların temeli tahkiki imanı elde etmektir. Zira bütün bunlar tahkiki iman üzerine bina olunacak şeylerdir.
Nur talebeleri Risale-i Nurdan tahkiki iman dersini aldıkları için ruhları maaliyat (aşkın,yüce) şeylerden haz alır. Malayani ve maasiyet olan şeylerden uzak dururlar. Bu da ruhun cesede galip gelmesinde önemli bir unsurdur.
Kalp imanın mahalli olmasından dolayı kalbin nefse hakim olmasını, imanın nefse hakim olması şeklinde de anlayabiliriz. Zira nefis daima kötülüğü emreder. İnsanın en büyük düşmanı nefistir. Nefsin karşısında mukavemet edecek yegane unsur ise kalp ve imandır. Yukarıda değindiğimiz gibi kalbin nefse hakim olması, yine tahkiki imana bakar. İman ne kadar kuvvetli ve sağlam olursa, nefis de o kadar tesirsiz ve zararsız hale gelir.
Aklın mideye hakim olması da aynı şekilde yukarıdaki temel manalar ile örtüşüyor. Yani riyazet ve ölçülü olmayı mideye ve nefse talim ettirecek akıldır. Akıl ileriyi ve akibeti görür ama mide ve nefis hazır lezzetine bakar, ileriyi düşünmez. Bu yüzden o anda haram da olsa aşırılık da olsa zevkinden vazgeçmez. Ama akıl haram ve aşırılıkları görüp mide ve nefse rehberlik yapabilir. Zararlardan ve aşırılıklardan insanı muhafaza edebilir.
Selam ve dua ile...