Ne yazık ki günümüzde açık saçıklık ve ahlaki hassasiyetlerin kaybedilmesi adeta modernliğin ön şartı olarak kabul ediliyor. “Bu müstehcendir, edebe aykırıdır, zararlıdır” gibi tepkiler gösterenler de gericilik ve çağ dışılıkla suçlanıyor. Bu yaklaşım, müstehcenlikle mücadelede Türkiye’nin en büyük açmazlarından birini oluşturuyor.
Dünyanın her yerinde basın ve medya hürdür, sansür edilemez. Basın hürriyeti, medyanın doğru, tarafsız ve güvenilir yayıncılık yapmasının teminatıdır. Bu anlamda, basın özgürlüğü, basın kuruluşlarına tanınmış bir ayrıcalık değil, halkın anayasal bir hakkı olan “haber alma özgürlüğünün” bir gereğidir.
Ancak, müstehcen muhtevalı yayınlar sadece haberlerle sınırlı değil. Reklamlar, diziler, filmler ve bir çok programın basın hürriyeti ile ne ilgisi olabilir ki?
Müstehcen muhtevalı yayınların denetlenmesi basın hürriyetini kısıtlamaz. Basın hürriyeti, müstehcen içerikleri ne kadar yayınlayabildikleriyle ölçülemez. Çünkü müstehcen içerikler olmadan da yayıncılık yapılabilir. Nitekim toplum değerlerine uygun çerçevede yayın yapan birçok gazete, dergi, televizyon ve radyo mevcuttur.
Medya kuruluşları, müstehcenlikle mücadeleyle ilgili yasal düzenlemelere “basın hürriyeti engelleniyor” şeklinde karşı çıkmak yerine, önce kendilerine bakmalı; toplum düzenini, kültür ve değerlerini gözetip gözetmediklerini düşünmelidirler.
Keza, yasalar basın ve medyaya hürriyet tanımış, fakat bu kuruluşların kamu hizmeti yapan kuruluşlar olduğunu da belirtmişlerdir. Kamu hizmeti sunan yayınlar, kültür ve değer paylaşımını sağlayan, birlik ve beraberliği pekiştiren nitelikte olmalıdır. Bu çerçevede, müstehcen muhtevalı yayınlar, kamu hizmeti anlayışına da ters düşmektedir.