Hem yine, Nuh (A.S.)'ın kıssasında: “Doğurdukları çocukları hüsranlarını arttırır ve onlar ancak fâsık doğururlar” mealindeki (71:21, 27) âyetlerden (ve o kıssadan her zamanın hisse-i dersi bulunması kaide-i külliyesiyle) anlaşılır ki, maddî iktidara sahib ve cemiyette mülsid sultası bulunan hâkim cereyanların hükmü altındaki bozuk cemiyetlerde çocuk terbiyesi çok müşkil olduğu gibi, o müfsid cereyanların terbiyesin deki çocukların da ekserisinin fâsık olacağı galib İhtimaldir. Böyle fitne hâkimiyetine karşı gerekli tedbirlerin alınması için ikaz eden hadîslerden birisinde şöyle buyuruluyor:
Mealen yani: “İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, o zamanki halkın efdali “hafif-ül haz” olanıdır. Denildi ki: “Ya Kesulallah hafif-ül haz nedir?” Buyurdu ki: Çoluk çocuğu az olanlardır.” (R.E. sh:503)
Gerçi böyle cemiyetlerde hidayet yolu tamamen kapalı değildir. Zira aynı cemiyette bazıların hidayet yolunu takib ettikleri görülüyor. Eğer hakkı bulmak şartları hiç bulun-masaydı “fetret devresi” olup mes'uliyet kalkardı.
İşte böyle fitne devrelerine karşı işarı mâna külliyeliyle ümmeti teyakkuza davet ile irşad eden pek çok âyât vardır.
Diğer bir hadîs-i şerifte de şöyle buyuruluyor: (S.B.M. ci:4 hadîs: 664)
“Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anası ile babası onu Yahudi yahut Nasrani, Mecusi yaparlar. Nasıl ki her hayvanın yavrusu tamm-ül aza olarak doğar. Hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü. Sonra Ebu Hüreyre radıyallahü anh ayetini okudu ki meali şöyledir.
“Habibim! Allah ın, insanları hakkı idrak ve kabule müsait yarattığı fıtrat-ı asliyeyi -ki fıtrat-ı İslâmiyedir- rehber-i hareket ittihaziyle Allah’ın yarattığı bu islam ve tevhid seciyesini şirk ile tebdil etmek, muvafık değildir. Bu İslâm ve tevhid dini, en doğru bir dindir.
Sahih-i Buhari 23. kitab, 93. bab ve 82. kitab, 3. bab; ve Sahih-i Müslim 46. kitab-ül kader 6. bab, aynı mevzuu beyan eder.
« (52:25) وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
(Cennet'te) bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlardır. Hem o zevk ye neş'e esnasında birbirlerine yüzyüze yönelmiş ahval ve efalinden soruyor, hasbihal ediyorlardır. قَالُوا soranlar demektedirler (yine her biri demektir): (52:26)إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ
Evet doğrusu biz evvel ehlimiz içinde, ilimizde veya obamızda veya hanemizde ailemiz içinde yüreklerimiz titrer, korkar idik; akıbetten endişe eder, bir isyana düşmekten veya bir azaba maruz olmaktan korkar idik. (52:27) فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا Şimdi Allah bize menn etti; lütf u tevfikiyle bu nimetleri in'am buyurdu. (52:27) وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ
Ve bizi o semum azabından korudu.» (E.T. 4556) diyerek mesrur olurlar.