BeBeKLi NuR SiTeSi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

BeBeKLi NuR SiTeSi

Bir BeBeK KaDaR MaSuM
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
EN SON PAYLAŞILAN KONULAR
Konu Yazan GöndermeTarihi
Cuma Haz. 04, 2010 12:47 am
Ptsi Şub. 02, 2009 2:00 pm
Ptsi Şub. 02, 2009 12:53 pm
Paz Şub. 01, 2009 5:08 pm
Paz Şub. 01, 2009 2:37 pm
C.tesi Ocak 31, 2009 6:46 pm
C.tesi Ocak 31, 2009 6:44 pm
C.tesi Ocak 31, 2009 6:41 pm
C.tesi Ocak 31, 2009 5:38 pm
C.tesi Ocak 31, 2009 11:59 am
Cuma Ocak 30, 2009 1:19 pm
Cuma Ocak 30, 2009 10:47 am
Perş. Ocak 29, 2009 11:39 pm
Perş. Ocak 29, 2009 6:39 pm
Perş. Ocak 29, 2009 5:04 pm
Perş. Ocak 29, 2009 4:59 pm
Perş. Ocak 29, 2009 4:25 pm
Perş. Ocak 29, 2009 12:42 pm
Perş. Ocak 29, 2009 12:36 pm
Perş. Ocak 29, 2009 12:34 pm

 

 Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ToMuRCuK
Admin
Admin
ToMuRCuK


Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 54

Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Empty
MesajKonu: Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat   Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Icon_minitimePaz Ocak 25, 2009 7:22 pm

Senelerden beri bu üç vazife hakkında çeşitli tefsirler ortaya konuldu. Fakat Risale-i Nur müvacehesinde ve şahsî temayüllerden azade olarak ve yanlış ve usulsüz te’villere gidilmeden ve Risale-i Nur’dan hüsn-ü niyetle alınan kısımları aynen naklederek yapılacak tahkiki tesbitleri nazara vermek, mes’elede isabetli tesbit için gereklidir. Şahsî anlayışlarla, Bediüzzaman Hazretlerinin kasdettiği mana ve maksadı başka istikamet ve gayelere doğru çekmek, hatalı ve gayet mesuliyetli bir hareket olur.


Risale-i Nur’da Üç Vazife

İman-Hayat-Şeriat

İttihad İlmî Araştırma Heyeti

Giriş

Senelerden beri bu üç vazife hakkında çeşitli tefsirler ortaya konuldu. Fakat Risale-i Nur müvacehesinde ve şahsî temayüllerden azade olarak ve yanlış ve usulsüz te’villere gidilmeden ve Risale-i Nur’dan hüsn-ü niyetle alınan kısımları aynen naklederek yapılacak tahkiki tesbitleri nazara vermek, mes’elede isabetli tesbit için gereklidir. Şahsî anlayışlarla, Bediüzzaman Hazretlerinin kasdettiği mana ve maksadı başka istikamet ve gayelere doğru çekmek, hatalı ve gayet mesuliyetli bir hareket olur.

Bazı çevreler bu üç vazifenin iç içe olduğunu, bazıları da ikinci devreye girildiğini ve ona göre faaliyetlerin yapılması gerektiğini hatta iman hizmeti ile beraber bu vazifeyi deruhte ettiklerini ve zamanın şartlarına göre ve hikmetin iktizasınca yeniden ihdas edilen hizmet prensipleriyle oturaklı bir faaliyet sistemleştirildiğini; diğer bir anlayış dahi gelecek devrenin proğramını Risale-i Nur’dan hazırlamak gerektiğini ve bir başkası da tarikat tarzında biat veya niyabet silsilesine uymak zaruretini ve hakeza buna benzer muhtelif anlayışlara nazarları çevirmek isterler. Fakat Risale-i Nur Külliyatı ve müellifine atfen ortaya atılan bu tarz anlayışlara mesned teşkil edecek delilleri kitabından net bir şekilde ve umum Risale-i Nur müvacehesinde göstermekte tatminkâr bir tesbit şekli ortaya konmamıştır.

Esasen Risale-i Nur bu meseleyi sarahat üzere halletmiştir. Fakat herkes Risale-i Nur’dan ihatalı bir şekilde mes’eleleri bilebilmek için yeterli okuma ve tetkik etme imkanı bulamadıklarından ve böyle muhtelif fikirlerin merak uyandırması neticesi olarak bazıları soruyor ve Risale-i Nur’dan isabetli cevap istiyorlar. Bu sualler sebebiyle yapılan araştırmalara verilen cevaplar ciddi bir tahkik neticesi olduğundan; bu cevapları, istifade sahasına arzetmeyi faydalı bulduk.

Sual: İman, hayat, şeriat olarak ifade edilen üç vazife, iç içe olup bir cemaatın tasarrufunda mı olacaktır?

Cevap: Risale-i Nur’da bu suale cevap teşkil eden beyanlar vardır. Bu açık ifadeli beyanlardan birisi şöyledir:

«Bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdetâ kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Ne­bevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı mâne­vide ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un ha­kikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsine, ha­kaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihâne neşriyle gayet dehşetli ve kuv­vetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mu­kabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder. (Kastamonu Lâhikası sh:190)

Sual: Mezkûr üç vazife şimdi beraber yapılsa, mahzurları nelerdir?

Cevap: Bu kısımda geçen “bu zamanda” kaydı, Risale-i Nur külliyatı’ndaki bazı beyanlara nazaran İttihad-ı İslâm kuvvetine sahip olunmadan ve şer cereyanlarının hâkim olduğu zamanda demektir. İşte bu mezkûr beyan ittihad-ı İslâmdan önce üç vazifenin bir cemaat tarafından yürütülmesi mümkün olamaz diye açık bir beyan ve hükümdür. Bu hükmü te’yid eden sarih beyanlardan biri de şöyledir:«Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tah­min ediyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)

«O zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rû-yi zeminde vaziyetlerini değiş­tirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha mu­vafık gelmediğinden, herhalde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında boz­masın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akılların­da, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı ta­hakkuk etsin.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)

Bu ifadede de açık olarak görülüyor ki, asıl vazifedar olup hilafeti temsil edecek olan “gelecek o zât” dahi yukarıda anlatıldığı manada yani; İttihad-ı İslâm kuvvetine sahip olmadan önce gelse, ikinci ve üçüncü vazifelerden feragat edecek demekle mezkûr hükmü perçinlemiştir.Bu hükmün hikmetini de Bediüzzaman Hazretleri şöyle açıklar:«Hem, yirmi senedenberi tahribkârâne eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve meta­net ve sadakat kaybolmuş ki, ondan, belki de yirmiden birisine itimat edilmez. Bu acip hâlâta karşı çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır, zarar verir.Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakiyetli hizmet Risale-i Nur şakirtlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)

Bediüzzaman Hazretleri aynı hükmü te’yiden, tam dindar bir partinin iktidar olabilmesi için yüzde altmış - yetmişinin tam dindar olmasını şart koşar ve der ki:«İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siya­seti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok za­mandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 190)

Sual: Bir taraftan İslâm sahasında kemmiyeten ve İslâm taraftarlığı gibi müsbet gelişmeler görülürken, diğer taraftan cemiyetin keyfiyeten ve ahlâken ve asayiş cihetlerinden bozulma görülüyor. Sebebi nedir?

Cevap: Bu bahsettiğiniz durumu ciddiyetle ele alan Bediüzzaman Hazretleri 1947’lerde yazdığı ve siyasî vazifedarları ikaz eden bir yazısında mevcud bozuk cemiyetin devamı halinde elli sene sonra yani 1997 sonrasında milletin yüzde altmış-yetmişinin tam dindar olması şöyle dursun yüzde doksanının bozulacağını ihtar eder ve mühim bir sebebini, bid’ata dayandırılan içtimaî sistemde görür. Mektubun bu hükme bakan ifadeleri aynen şöyledir:

«Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 21)

«Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an'anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde; elli sene sonra, yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi' olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belaya karşı bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat'iyyen men'ettiği gibi; Risale-i Nur'u, hem şakirdlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mübareze, ne meşguliyet yok.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 22)

Mektubta ihtar edilen içtimaî ahlâk bozukluğunun giderek şiddetlenmesi nazara alınınca “bu zamanda” gibi ifadelerle anlatılmak istenen mana daha iyi anlaşılıyor.

Sual: Üç vazife vazifedarlarının vasıfları nelerdir ve bu üç vazife nasıl yapılacak?

Cevap: İşte Risale-i Nur’da nazara verilen pek çok dersler müvacehesinde mezkûr üç vazifenin “bu zamanda” bir şahısta ve cemaatta içtima edemiyeceği açıkça anlaşılıyor. Ancak üç vazifenin vazifedar heyetleri ve kuvvetleri ile teşekkül edip Hazret-i Mehdi’nin temsil edeceği Âlem-i İslâm genişliğindeki şahs-ı manevîde taksim-ül a’mal kaidesi tarzında ve temsiliyet usulünce içtima edebileceğini bu şahs-ı manevî ise, başta İslâm âlemine yayılmış olan seyyidler cemaatı ve İslâm orduları ve bütün ulema ve evliyanın iltihakları ile teşekkül edeceğini Bediüzzaman Hazretleri sarahaten açıklamıştır. Bu üç vazifenin en birincisi olup yetmiş seneden beri devam eden ve kıyamete kadar devam edecek olan safî ve karışıksız iman hizmetinin istinad edeceği vazifedarları, te’vili imkansız bir sarahatla şöyle açıklanır:

«Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî or­dusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatla­rına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne ka­dar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuv­vetli ve kıymetli sayılırlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 266)

Bu ifadede gelecek hakimiyet devresinde de bu haslar dairesi olan iman hizmeti heyetinin varlığı ve çok az olacakları açıklanmıştır. Yani; kemmiyet devresinde bir keyfiyet merkezi nazara verilmiştir. Bu tarz sarahat üzerine te’vil yapılmaz, yapılamaz ve yapılmamalıdır. Yapılması halinde meslek ve hizmet hayatında bağlayıcı esas ve hükümler yerine fikir kargaşalıkları ve gruplaşmalar meydena gelir.İkinci vazife olan şeairi ihya, yani cemiyet hayatından bid’aları ve sefih medeniyetin hayat tarzını kaldırıp İslâm cemiyet yapısını kurmak vazifesinin istinad edeceği vazifedarları ve kuvveti de şöyle açıklanır:

«Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhi­den kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâ­zımdır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 266)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://bebeklinursitesi.hareketforum.com
ToMuRCuK
Admin
Admin
ToMuRCuK


Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 54

Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Empty
MesajKonu: Geri: Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat   Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Icon_minitimePaz Ocak 25, 2009 7:23 pm

Şu beyan da aynı hükmü te’yid eder:

«O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik et­mektedir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 9)Üçüncü vazife de şöyle beyan edilir:

«Üçüncü vazifesi: İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zat, bütün ehl-i imanın mâ­nevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavene­tiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihakla­rıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 266)Mektup aynı meseleyi te’yiden şöyle devam eder:

«Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat nokta­sında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hi­lâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad‑ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hu­susan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 267)

Bu ikinci ve üçüncü vazifelerin, diğer bir ifade ile geniş daire faaliyetlerinin istinad edeceği kuvvet hakkında şu gelecek izahlar da meseleyi tavzih eder. Şöyle ki:

«Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek silsilelerin ba­şında, umum aktar ve âsârın mecmalarında o nu­ranî zatlar kumandanlık ediyorlar. (Haşiye) Ve öyle bir kesrettedirler ki, o kumandanların mecmuu, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle bir fırka vaziyetini alsa­lar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hük­münde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.

Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âli hasep ve asil neseple müm­taz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen sey­yidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulun­sun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fır­kaları başında onlar ve ehl-i kemâlin namdar reis­leri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-i azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyiç edecek ve uyandıracak hâdisât-ı azîme vü­cuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir ha­miyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdî başına geçip tarik-i hak ve hakikate sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.» (Mektubat sh: 441)

(Haşiye) “Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed es-Sünûsî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zat, yüz binden fazla Müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahyâ gibi bir başka sey­yid, yüz binler adamlara emirlik ediyor, ve hâkezâ... Bu seyyitler kabilesinin efradlarında böyle zâhirî kah­ramanlar çok olduğu gibi, Seyyid Abdülkadir-i Geylânî, Seyyid Ebu’l-Hasen-i Şâzelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi mânevî kahramanların kahramanları dahi varlar­mış.”

Bu izahlarda en çok nazara çarpan şu hususiyetlerdir ki: Mezkûr Âl-i Beyt cemaatleri, medeniyet-i hazıranın içine girip manen yıpranmamış ve şeair-i diniyeyi yaşayıp bid’alara bulaşmamış ve siyadetleri tarihî isbata dayanıp kat’i bilinen ve âlem-i İslâm’da yayılmış ve seyyid mürşidlerin terbiyesinde dinî ve manevî kemalât ve hissiyata sahip olmuş sağlam müslümanlardır.

Bu cemaatler dine yapılan tecavüzlerin tehyiciyle feverana gelip seyyidliği zahir olan başkumandanlarının yani gelecek zâtın emri altında toplanıp bir büyük ordu durumuna geleceklerdir. Ve fitnenin izalesinde o zâtın en has ordusu olacaklardır. Yoksa mimsiz medeniyetin ifsadat şartları içinde tavizkâr yaşayıp kendi cemaatine ve bağlandığı şahsa tarafgirlik zevkini. hamiyet-i diniye zanneden ve hadiste bildirilen: “Tekûnü gusaen ke gusa-i seyli” (İbn-i Hanbel, 5/278) yani; “Siz selin köpük ve çörçöpüne benzer (yani keyfiyet hususiyetlerini kaybetmiş) bir hale geleceksiniz” hitabına mâsadak olmuş ve yine hadiste dikkat çekilen, sayıca yani keyfiyetsiz kemmiyetle beraber salabet-i diniye ve hamiyet-i İslâmiyede zayıf düşmüş millet ve cemaatler belki bu seyyidler cemaatinin beraberliğinde canlılık kazanabilirler. Evet sefih medeniyete tavizkârane yaklaşanlar, Kur’anın terbiyesi ve şerefiyle yaşayıp aşağılık duygusuna girmemiş seyyidlere salabet-i diniye ve hamiyet-i İslâmiye cihetinde yetişemez.

Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Dünyada mütesanid hiçbir hanedan ve müteva­fık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, Âl-i Beytin hanedanına ve kabi­lesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler mânevî kumandanları ümmetin başına ge­çiren ve hakikat-i Kur’âniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhir zamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya gös­termeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâ­zım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.» (Şualar sh: 590)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://bebeklinursitesi.hareketforum.com
ToMuRCuK
Admin
Admin
ToMuRCuK


Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 54

Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Empty
MesajKonu: Geri: Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat   Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Icon_minitimePaz Ocak 25, 2009 7:23 pm

Hatta Mektubat eserinde, şer cereyanına karşı mezkûr kuvvetin kafi gelmeyip hakiki İsevî ruhanîleriyle de ittifak edileceği izah edilirken deniliyor ki:«Din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceği..» (Mektubat sh: 57)

İşte bu ifadede, son galibiyet çaresi ve çıkış yolu gösterilmiştir. Tafsilat için yayınevimiz İttihad Yayıncılık’ın neşretmiş olduğu “İslâm İsevî İttifakı” kitabına bakılabilir.

Evet Risale-i Nur’da beyan edildiği üzere, mütecaviz şer cereyanının durdurulup, fitnenin izale edilmesinde İsevî Ruhanîleriyle de ittifak ederek kazanılacak kuvvet ancak yeterli olacaktır. Şu halde günün mevcut şartları ve İslâm Âleminin dağınıklığı göz önünde iken, ikinci ve üçüncü vazifelerin vazifedarlığının varlığından bahs etmek, Risale-i Nur’un açık beyanları ile tutarlı olmaz.

Gizli şer cereyanları, bir kısım hususiyetleri zikredilen mezkûr İslâmî fütühat ve hilafet hareketini zedelemek niyetiyle; suret-i haktan görünen kendi adamlarının veya aldatabildikleri kişilerin kontrolünde suretâ bir İslâmî hareketi önceden teşkil etmeleri planına karşı da ferasetli olmak icab eder. Bunun için de bu kitapta nakledilen bir kısım müsbet ve hakiki Hizbullah’ın hususiyetlerini iyi anlamakla müteyakkız olmak gerektir.

SUAL: Âl-i Beyt denilince sadece senedlerle seyyidliği bilinenleri mi anlayacağız ve Âl-i Beyt’in vazifesi siyaset mi, diyanet mi, Risale-i Nur bu meseleyi nasıl izah ediyor?

CEVAP: Muan’an senedlere dayanan nesebî şerafet ve siyadet, hakikat nazarında manevî ve ahlakî fazilete istinad eder ve sünnet-i seniyeye lisan-ı hal ve kaliyle gösterilen muhafızlık gayreti derecesinde değer kazanır. Bu manevî değerleri terkedenler, hakiki siyadet ve şerafete hak kazanamazlar.

Âyet ve ehdiste ümmetin Âl-i Beyt’e meveddet ve ittibaının istenmesindeki en mühim hikmet, Resulullah’ın (asm) şahsiyet-i maneviyesine rağbet-i umumiyeyi tergib ve tevcih etmekle, insanın varlık alemine ve dünyaya gelmesindeki gaye-i İlahiyeye uygun bir anlayışa, hissiyata ve yaşayışa sahib olmasını ve onda terakki etmesini temin etmek ve İslâmiyetin muhafazasında sağlam ve kahraman bir taban ve emin bir merkez olmaktır. Şerafet, mücerret soya istinad etse, bu hikmetleri makûse kılar. Hem bu hakikatı bilmeyen bir kısım kimseler arasında soy üstünlüğü iddiaları ve rekabeti başlar. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri şahsi imtiyaz isteklerine kapı açan neseb, nesil ve para gibi şeylere ehemmiyet vermediğini şöyle ifade eder:

«Lillâhilhamd ve lâ fahr…(Haşiye) İhlâs niye­tini ihlâl eden ve anâsır-ı garaz olan nesep ve ne­sil ve tamah ve havf beni bilmiyorlar. Ben de on­ları tanımıyorum veya tanımak istemiyorum. Zira, meşhur bir nesebim yok ki, mazisini muhafazaya çalışayım. Ben ebu lâşey olduğumdan bir neslim de yoktur ki, istikbalini temin edeyim… Öyle bir cünunum var ki, Divan-ı Harp dehşet ve tahvifiyle tedavisine muktedir olamadı. Öyle bir cehaletim var ki, beni ümmî edip, dinar ve dirhemin nakşını okuyamıyorum.» (Münazarat sh: 85)

(Haşiye) Şeyhin kerameti şeyhten rivayet; lâkin tah­dis-i nimet dahi bir şükürdür.

İslâm tarihi seyri içinde, seyyid olan dinî şahsiyetler yani Âl-i Beyt’in mürşidleri, daha çok manevî hizmetlerin başında bulunmuşlardır. Bediüzzaman Hazretleri namaz teşehhüdünün âhirinde okunan اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
duasının makbuliyet eseri olarak nazara verdiği bu zâtlar hakkında diyor ki:

«Üç yüz elli milyon içinde, Âl-i Muhammed Aley­hissalâtü Vesselâmdan yalnız iki zâtın, yani Ha­san (r.a.) ve Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen evli­ya ekser-i mutlak hakikat mesleklerinin ve tarikat­larının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ (*) hadisinin mazharları ol­duklarıdır. Başta Câfer-i Sâdık (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak herbi­ri, ümmetin bir kısm-ı âzamını tarik‑i hakikate ve hakikat-i İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkın­daki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.» (Şualar sh: 95)

(*) Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:64; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 1:107 (Diyânet İşleri yayınları). –Hazırlayanlar–

«Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan’ı (r.a.) kemâl-i şefkatinden kuca­ğına alarak başını öpmesiyle, Hazret-i Hasan’dan (r.a.) teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî gibi pek çok meh­dî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeri­at‑ı Ahmediye (a.s.m.) olan zatların hesabına Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş. Ve o zatların istik­balde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar‑ı nü­büvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş.

Hem Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fev­kalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî vere­se‑i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nurani­yenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet he­sabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehem­miyetini göstermiştir.» (Lem’alar sh: 20)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://bebeklinursitesi.hareketforum.com
ToMuRCuK
Admin
Admin
ToMuRCuK


Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 54

Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Empty
MesajKonu: Geri: Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat   Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Icon_minitimePaz Ocak 25, 2009 7:24 pm

«Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem‑i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçe­cek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, kemâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile, Âl-i Beyt­ten çıkacak.Teşehhüddeki, ümmetin âl hakkın­daki duası ki, اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
dir makbul olacağını keşfetmiş.Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i İbrahim’in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (a.s.m.), vezâif-i az­îme-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde, enbiya-yı Benî İsrail gibi, aktâb-ı Âl-i Beyt-i Mu­hammediyeyi (a.s.m.) görmüş. Onun için, (42:23) قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى demesiyle em­rolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş.

Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde ferman etmiş:

“Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etse­niz necat bulursunuz: Biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.” (*) Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.» (Lem’alar sh: 21)

(*) Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26. –Hazırlayanlar–

Mektubat eserinde, Âl-i Beyt’in asıl vazifelerinin manevî hizmetler olduğu hakkında şayan-ı dikkat şu tasrihat var:

«Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem'i gayet müşkildir. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi. Tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye tayin edildiler; âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci' oldular.» (Mektubat sh: 55)

«Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır'da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika'da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran'da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler.» (Mektubat sh: 100)

İşte bu ifade ve beyanlar açıkça gösteriyor ki; Âl-i Beyt’in büyük mürşid ve mümessillerine, kader-i İlâhî manevî hizmetleri takdir etmiştir. Gerçi Yirmidokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmı’nın Beşinci İşaretinde ve Beşinci Şua’ın Ondokuzuncu Meselesinin sonunda ifade edildiği üzere; Âl-i Beyt’in siyasî hakimiyet ve icraatı olacağı ve Risale-i Nur’un müteaddid yerlerinde “gelecek zât” ve sair şekilde nazara verilen ve muan’an bir tarzda seyyidlerden yani Âl-i Beyt’ten olacağı bildirilen zât’ın en has ordusu seyyidler cemaatı olacağı (Bkz. Mektubat sh: 441) ve hilafet-i İslâmiyeyi temsil edeceği şeklindeki beyanlar; âhirzaman fitnesinin sonunda Âl-i Beyt’in büyük bir ekseriyeti, asırlardır devam eden tarihî seyrinin aksine siyaset-i İslâmiyeye sahip çıkacaklarını bildiren ifadeler sarihtir.

Fakat bu son durum içinde, yine manevî hizmetin istinad edeceği ve kemmiyeten az bir şahs-ı manevînin de bulunacağı bildirilmiştir. Bununla beraber, Âl-i Beyt’in dinî şahsiyetlerinden bazılarının siyaset-i diniye vazifesinde, kısm-ı ekserîsi de diyanet âleminde hizmet ettikleri, tarihî bir hakikat olduğu gibi; Bediüzzaman Hazretleri de bu hususu şöyle ifade eder:

«Rahmet-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdî Âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeri­atını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Meselâ, siyaset âleminde Mehdî-i Abbâsî ve diyanet âle­minde Gavs-ı Âzam ve Şâh-ı Nakşibend ve aktâb-ı erbaa ve on iki imam gibi büyük Mehdînin bir kı­sım vazifelerini icra eden zatlar dahi, Mehdî hak­kında gelen rivâyetlerde, medâr-ı nazar Muham­med Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu» (Şualar sh: 590)

«Meselâ, Hazret-i Mehdîye dair muhtelif rivayet­ler var. Tafsilât ve tasvirat başka başkadır. Hal­buki, Yirmi Dördüncü Sözün bir dalında ispat edildiği gibi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesse­lâm, vahye istinaden, herbir asırda kuvve-i mâne­viye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem deh­şetli hadiselerde ye’se düşmemek için, hem âlem‑i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mânevî raptetmek için Meh­dîyi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdî gibi herbir asır, Âl-i Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîler bulmuş. Hattâ, Âl-i Beytten mâdud olan Abbasiye hulefasından, Büyük Mehdînin çok ev­sâfına câmi bir mehdî bulmuş. İşte, büyük Meh­dîden evvel gelen emsalleri, nümuneleri olan hu­lefa-i mehdiyyîn ve aktâb-ı mehdiyyîn evsafları, asıl Mehdînin evsâfına karışmış ve ondan rivayet­ler ihtilâfa düşmüş.» (Mektubat sh: 95)

Yukarıdaki ifadelere dikkat edilince v bilhassa “Hulefa-i Mehdiyyin ve Aktab-ı Mehdiyyin” tabirleri, sarahatla siyaset ve diyanet hizmetlerinin vazife taksimi tarzındaki mümessillerinin varlığını ve Âl-i Beyt’in siyaset ve diyanet sahalarında vazife gördüklerini beyan eder. Evet Mehdi hakkındaki rivayetler, her iki vazifenin vazifedarlarına baktığı ve bu rivayetlere te’vilsiz bakıldığı için mütehalif zannedilmiş diye Hazret-i Üstad’ın yaptığı tefrik ve tesbit, bu sahadaki yani Âl-i Beyt’in tarihî seyrindeki iltibası temyiz eden hârika bir keşiftir. Artık bizler bu keşfe ters düşmemeliyiz. Yani içtimaî ve siyasî çalışmalar ile manevî hizmetleri biribirine karıştırmamalıyız.

Üzerinde durduğumuz bu seyyidlik mevzuu, bir derece hassas bir meseledir. Seyyidliği muan’an senedle zahir olanın siyadetini setretmesi, büyük maslahatları hâmil olan bu nesebin unutulmasına yol açar. Eğer olur olmaz herkesin seyyidlik iddia edebilmesi imkânı verilse, siyadet meselesinde teşettütlere ve menfi nesebî rekabetlere, hem ihlas ve tevazu gibi fazilet esaslarında zarara bais olabilir. Demek her şeyin ifrat ve tefritten azade ve müvazeneli bir vasatı vardır. Bu vasatı korumak ve teşettütleri önlemek gibi hikmetler için:

«Seyyid olmayan “Seyyidim” ve seyyid olan “Değilim” diyenler, ikisi de günahkâr; ve duhul ile huruç haram oldukları gibi, hadis ve Kur’ân’da dahi ziyade veya noksan etmek memnudur.» (Muhakemat sh: 46) şeklinde düstur konulmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri “Âl” hakkında şöyle der:

«Resul-i Ekrem’in (asm) iki âl’i var. Biri: Nesebî âl; biri de şahs-ı manevî ve nuranîsinin risalet noktasında Âl’i var.» (Osm. Lem’alar sh: 120)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://bebeklinursitesi.hareketforum.com
ToMuRCuK
Admin
Admin
ToMuRCuK


Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 54

Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Empty
MesajKonu: Geri: Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat   Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Icon_minitimePaz Ocak 25, 2009 7:24 pm

Demek oluyor ki, ikinci manevî Âl’in manevî vazifesi daha ehemmiyetlidir. Çünkü biri nesebe, diğeri risaletin vazifesine bağlıdır.Risale-i Nur Külliyatının müteferrik yerlerinde, mehdiyetin asıl vazifesi manevî iman hizmetinin birinci derecede olduğu ve bu hizmetin de birinci derecede Nur şakirdlerinin haslar dairesine istinad ettiği beyan edilir.

Bediüzzaman Hazretleri, iman hizmetinin hâdimleri olan Nur şakirdlerinin, ikinci manevî âl’in devamı olduğunu şöyle izah eder:

«Ri­sale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hü­seyin’in (r.a.) ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) ihbarat-ı gaybiyeleriyle, şakirtlerinin bu zamanda bir daire­sidir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 67)

«Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın altı aylık hilâfetiyle beraber Risale-i Nur’un Cevşenü’l-Kebîrden ve Celcelûti­yeden aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın kı­sacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünkü, ada­let‑i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebi­lir bir istidatta bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahu An­hın bir muavini, bir mütemmimi, bir mânevî ve­ledi hükmündedir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 72)

Mezkûr nakillerde, Risale-i Nur ve has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi, en birinci ve âli hizmet olan hakaik-i imaniyenin neşrinde vazifedar gösteriliyor. Yine Bediüzzaman Hazretleri şimdi bu asırda Âlem-i İslâmda büyük bir yekün teşkil eden Âl-i Beyt cemaatlerinin ikinci ve üçüncü derecedeki “hayat” ve “Şeriat” dairelerinde hizmet edeceklerini ve bu vazifenin tatbikçi mümessili olan Hz. Mehdi’nin en has ordusu olduğunu da beyan eder.

Sual: Baştan buraya kadar verilen izahata göre, ikinci ve üçüncü devrelere şimdi girilmeyeceği hükmü anlaşılıyor. Buna göre, günümüzün mevcut şartları içerisinde geniş daire faaliyetleri tamamen terk edilmeli midir ?

Cevap: İkinci, üçüncü vazifelerin vazifedarlığı iddiası yapılmadan ve Nurculuk faaliyeti namına olmadan ve dar ve geniş daire hizmetlerini iç içe yapmamak şartıyla ve esasat-ı diniyeye ve Risale-i Nur’un sarih düsturlarına fikrî veya amelî sahalarda muhalefet ve inhiraf yapılmadan ve iman hizmetine nisbetle geniş daire faaliyetlerinin geri derecede olduğu anlayışını benimsemek kaydıyla yapılacak içtimaî faaliyetlere iyi niyetle bakılır ve haslar dairesinin nazarını geniş dairelere çekmiyecek şekilde ve belli bir nisbette desteklenir. Bilhassa geniş daireden iman hizmeti dairesine yol açmak ve geniş daireyi vesile kılmak tarzı daha makbul olur. Evet haslar dairesindeki mesleğin azameti ve keyfiyet husussiyetlerinin hassasiyeti, geniş dairenin bid’atlarına müsamahakar tarzını kaldırmaz. Evet Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

“Risale-i Nur'un mesleği, sair tarîkatlar, meslekler gibi mağlub olmayarak belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi; pek çok hâdisatın şehadetiyle, bu asırda bir mu'cize-i maneviye-i Kur'aniye olduğunu isbat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle bu memlekette bu hususî ve cüz'î ve yalnız şahsî hizmet; veya mağlubane perde altında veya bid'alara müsamaha suretinde ve tevilat ile bir nevi tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hâdisat bize kanaat vermiş.” (Emirdağ Lâhikası-l :63)

Hem “Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melâmîliğin bir nev'ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer'iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.” (Kastamonu Lâhikası sh:77)

“Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir” (Kastamonu Lâhikası sh:148)

Risale-i Nur'un bu ve benzeri pekçok beyan ve ikazların neticesi olarak, az ve nümune-i imtisal ve avamın itimadına medar olan keyfiyet hususiyetlerinin hâmileri bu­lunan haslar dairesinin varlığı herkes tarafından himaye görmelidir.

Sual: Bu üç vazifenin iç içe olmamasın­daki hikmetler nelerdir?

Cevap: Risale-i Nur'un birinci vazifesi olan imanî hizmetlerle, içtimaî ve siyaset-i İslâmiye, yani ikinci ve üçüncü vazifeler temsiliyeti tarzını aşarak tam manasıyla iç içe olmaması hususunda Bediüzzaman Hazretleri; Hz.Ali (R.A.) ve onun nesli olan Âl-i Beyt'in imamlarını kader hila­fet-i siyasiyeden ayırıp, manevî hizmetlere aldığını ve iki vazifenin bir elde olamıyacağını ve manevî hizmet merke­zinin nezzare ve murakıb durumunda olmaları gerektiğini (Bak: Münazarat sh: 9 son p. ve 40) açık bir şekilde beyan eder. Bu iki vazifenin tefrik edilmesi hele bu zamanda daha çok gerekli olduğu, Risale-i Nur'da ısrarla nazara verilmiştir. Bunlardan bazı kısa nümuneler şunlardır:

“Eğer desen: Hilafet-i İslâmiye noktasında İmam-ı Ali'nin fevkalâde iktidarı, hârikulâde zekâsı ve yüksek liyakatıyla beraber seleflerine nisbeten muvaffakıyetsizliği nedendir?

Elcevab: O mübarek zât, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydı, "Şah-ı Velayet" ünvan-ı manidarını bihakkın kazanamayacaktı. Halbuki zahirî ve siyasî hilafetin pek çok fevkinde manevî bir saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll hükmüne geçti; hattâ kıyamete kadar saltanat-ı manevîsi bâki kaldı.” (Mektubat sh: 54)

“Hem eğer Hazret-i Ali olmasaydı, dünya saltanatı, mülûk-u Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. Halbuki karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyt'i gördükleri için, onlara karşı müvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, herhalde teşvik ve tasvibleriyle etbaları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüzbinlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beyt'in gayet kuvvetli velayet ve diyanet ve kemalâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen muhtemeldi.

Eğer denilse: Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî'de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?

"Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın.” (Mektubat sh: 99)

“Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır'da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika'da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran'da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler.” (Mektubat sh: 100)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://bebeklinursitesi.hareketforum.com
ToMuRCuK
Admin
Admin
ToMuRCuK


Mesaj Sayısı : 154
Yaş : 54

Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Empty
MesajKonu: Geri: Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat   Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat Icon_minitimePaz Ocak 25, 2009 7:25 pm

Hz. Hasan ve Hüseyin’in başına gelen hâdiseler hakkında da Bediüzzaman Hazretleri aynı meseleyi te’yiden diyor ki:

“Amma kader nokta-i nazarında feci akibetin hikmeti ise: Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem'i gayet müşkildir. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi. Tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye tayin edildiler; âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci' oldular.” (Mektubat sh: 55)

Hâtta Risale-i Nur Müellifini müdaafa etmek, dinen vazifesi olmasına rağmen muhalefet eden bir şeyhin itirazını Bediüzzaman, efkâr-ı ammede kendisine, siyaset-i İslâmiyede inkılapçı bir zât nazarıyla bakılmasını önlemesi cihetiyle kaderin bir himayeti diye çok manidar bir mana ile tefsir ederken şöyle der:

“Risale-i Nur'un hakikatıyla ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsiyle tezahür eden fevkalâde imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını bîçare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avamın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâinatta en büyük mes'ele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin çalışmasına racih gördüklerinden; o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsn-ü zanları ehl-i siyasete, inkılabcı bir siyaset-i İslâmiye fikrini vermek cihetinde, Risale-i Nur'a karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütuhatına mâni' olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hata, hem zarar büyüktür.” (Kastamonu Lâhikası sh: 193)

Sual: Yukarıda temas edilen geniş daire faaliyetlerinin iman hizmetine nisbeten geri derecede olduğunu gösteren ifadeler Risale-i Nur’un başka yerlerinde de zikrediliyor mu ?

Cevap: Risale-i Nur’un müteferrik yerlerinde bu hüküm, ciddiyetle nazara verilir. Ezcümle birkaç nümunesi şöyledir:

“Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.

Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.” (Kastamonu Lâhikası sh: 189)

Evet “Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur'la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzât olmak lâzım...” (Kastamonu Lâhikası sh: 118) gibi daha pekçok açık ifade ve derslerle mezkûr üç vazifenin ehemmiyet dereceleri de sarahatla ortaya konmuştur. Hattâ mezkûr ifadelerde ikinci ve üçüncü vazifeleri daha ehemmiyetli gören müslümanlara şer’î kıstas ve değerlendirmeyi ma’kûse kıldıklarından, “ehl-i dünya ve hayatperest” vasfıyla tavsif edilirler ki, hayli düşündürücü ve cay-i ibret bir tavsiftir

Sual: Bahsedilen hâkim cereyanların tasallutlarını durduracak olan İttihad-ı İslâm’ın teşekkülünden önce geniş daire faaliyetleri yapılmazsa, hizmetler tamamen dar sahaya münhasırkalır ve Nurlar geniş daireyi tenvir edemez ve böylece tebliğ vazifesi de yapılmış olur. Bu durum ise makul görülmüyor. Bu fikre ne dersiniz?

Cevap: Dinî mes’elelerde hükümler akla değil, nakle dayanır. Sonsuz ilim ve hikmet-i İlâhiyenin tercih ettiği hükme teslim olmak ve hikmetlerinden bir kısmını öğrenmeye çalışmak mükellefiyeti var, o hükümlere tasarruf hakkı yoktur. Tebliğin yaygınlaştırılması ve hizmetlerin geniş sahaya ıntikal ettirilmesi hususu ise;malûm olduğu üzere her sahadaki hizmetler, tedricî gelişir.Ani değişiklikle ortaya çıkan bazı tarihî hâdiseler dahi, o hâdiseyi doğuracak içtimaî halet denen milli temayüle ve mukaddematı sayılacak bazı çalışmalara tereddüb eder. Fakat bizim meselemiz, düsturları ile bağlayıcı bir meslek mensubu olanlar, çalışmalarını bağlayıcı düsturlara bağlı kalma ve sadakat esasına dayanır. Hele o düsturlar, Kur’anî füyuzat ve ilhamattan olsa bu düsturlara teslimiyet elzemiyet kazanır. Ancak lehte- aleyhte bir hüküm verilmemiş ve serbest bırakılmış hususlarda maslahata göre hareket edilebilir. Evet Risale-i Nur’un düsturlarına ve meşruiyet dairesine ters düşmemek şartıyla bazı içtimaî ve geniş daire çalışmaları yapılabilir. Fakat bizim asıl mevzumuz zamanımızın mevcut şartları içinde Risale-i Nur’un talimatı dairesinde yapılabilecek çaloşmaların neler olduğunu ve ne şekilde yapılacağının tesbiti mes’elesidir. Mesela; Bediüzzaman Hazretleri diyor: “Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.” (Kastamonu Lâhikası sh: 90)

Bu parçada geçen “o zât” ifadeleri ile kasdedilen şahsın daha önceki kısısmlarda da zikrolunan ve hilafetle beraber ikinci ve üçüncü vazifeleri ve üç vazifedarlar hey’et ve kuvvetlerini temsil edecek olan devre olduğu Risalelerde musarrahtır. Bu zât dahi bu zamanda gelse, yani İttihad-ı İslâm’ı teşkil etmeden geniş dairelerdeki vazifelerine girişse bu faaliyetlerini o hâkim cereyanlara kaptırmamak için geniş daireye ait vazifesinden feragat edecek diye yapılan ikazdan alınacak ders açık değil midir ?Aynı mektub şöyle devam ediyor:

“Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı, iman mes'elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en a'zam mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.Hem yirmi seneden beri tahribkârane eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.

Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risale-i Nur şakirdlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir. Her ne ise... Bu mes'ele şimdilik bu kadar yeter.” (Kastamonu Lâhikası sh: 90)

Bu kısımda da aynı hüküm takviye edilmekte ve birinci vazifenin elzemiyeti gösterilmektedir.Hem yine aynı hükmü te’yid eden şu ifade dahi dikkat çekicidir:

“Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak.” (Şualar sh: 362)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://bebeklinursitesi.hareketforum.com
 
Risale-i Nur’da Üç Vazife İman-Hayat-Şeriat
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Risale-i Nur nedir, Risale-i Nur ve Tercümanı ne mahiyettedirler
» İman-ı Ahiret İmdada Yetişir
» Ahir Zaman da İman Durumu
» İman ve akıl kalb ruh ilişkisi..
» iman nedir mahiyeti nasıldır?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
BeBeKLi NuR SiTeSi :: İman Hayat ve Şeriat Ekseni-
Buraya geçin:  
nursungurnur@hotmail.com
Powered by phpBB © phpBB Group
Copyright © 2007 By Admin Tomurcuk & Administrator
©PhPBB
Forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar